GÜNLÜK YAŞAMIMDA GÖZLEMLEDİKLERİM
Son zamanlarda, pasaport yenileme, sürüş ehliyeti yenileme, rutin sağlık kontrolleri derken devletin birçok dairesine girip çıkmak zorunda kaldım. Zorunlu ziyaret sebebimde gözlemledim ki, sıra numarası verilen bütün cihazların üzerine beyaz bir A4 kağıdı yapıştırIlıp, üzerine “arızalıdır” diye el yazısı ile yazılmış. Allah bilir ne zamandan beri arızalıdır.
İnsanlar itiş kakış işlem yapmaya çalışıyorlar. Bilirsiniz, bizde Avrupalılar gibi sıraya girmek, ya da usulünce evrak tazelemek mümkün değil. Kalabalık bir yandan, sıcak ise bir yandan memurları pelte etmiş durumda. Klimaları sorarsanız ya çalışmıyor ya da çok fazla eskimiş olduğundan tekliyor.
Bilmiyorum modern donanımlı bir devlet dairemiz var mı? Ben, bire bir görüp yaşadıklarımı sizlere aktarıyorum. Sürüş ehliyeti tazelemek için gittiğim yerde bana bir ay sonra yeni ehliyetimi alabileceğim söylendi. Diğer sırada duran vatandaşa ise “yirmi gün sonra yenisini gelip alın” denildiğine istemeden kulak misafiri oldum. İyi ki de olmuşum. Bir kez daha anladım ki, herkes işine geldiği gibi hizmet veriyor. Eskilerin bir deyimi var “Allah ne hekime, ne de hakime düşürmesin” diye. Bence, bu sözü zamana uydurup “Allah ne hekime, ne devlet dairelerine düşürmesin” diye yenilemekte fayda var.
Hekim demişken yüce devletimizin hastanesinde de ayni zamanlara denk gelen bir doktor randevum vardı. Bekleme salonunda etrafımı gözlemlerken farklı renkte ve farklı ırkta birçok vatandaşın hizmet aldığı gözümden kaçmadı. Birçok poliklinik doktoru (bunlar yeni tayin almış doktorlar) saat 09.00’da iş başı yaparken, yıllanmış doktorlarımız saat 10.00 olmasına rağmen ortalarda görünmüyordu. Burada da bekleme salonları ve koridorlar tıklım tıklım insan kaynıyordu. Öyle klima ya da vantilatör gibi serinletici herhangi bir şey de yoktu. Durumu artık varın siz hayal edin.
Gördüklerimden sonra daha fazla beklemenin bir anlamı olmadığını anlayıp çekip kaçtım. Yine bu günlerde annemin rutin doktor kontrollerinden sonra bir Perşembe öğleden sonra, saat 16.00 civarı nöbetçi eczaneye uğradım. Bir kuyruk, sırada 7-8 kişi sıcağın altında bekliyor. Mecbur annemi arabada bırakıp, sıraya girdim. Genç bir kız elinde reçete ile yanıma yaklaşarak “beni yoğun bakımdan gönderdiler sıranı verir misin” dedi.
O esnada benim arkamda duran adam geri çekilince de ikimizin ortasına giriverdi. Ben başıma güneş geçmiş gibi sersemlemişim beklemekten. Kuyruk azar azar ilerlerken kızın arkamda derin derin nefes alıp verişini, stresten garip sesler çıkardığını hissettim. Dönüp yüzüne baktığım zaman anladım ki gerçekten çok sancılı bir durumun içerisindedir. Elimle onu itekleyerek bir ön sıraya yerleştirdim. “Belli ki durumun çok acil” dedim. Sıradakiler de ses çıkarmadı.
Sırası gelip de eczacıya reçeteyi uzatınca “bu ilaçlar bizde yok. Aslında, uzun zamandır piyasada yok. Bir diğer nöbetçi eczaneye sor istersen” diyerek sıradakinin reçetesini aldı. Bana göre eczacılar da, bir hekim kadar hayat kurtarmak için görev ifa etmektedirler. Bilmiyorum, hikoprat yeminleri yoktur belki ama, hasta psikolojisinden anlayabilirler diye düşünmekteyim.
Eczacı genç, bu kızı oradan oraya koşturtacağına, diğer nöbetçi eczacı arkadaşını telefonla arayarak, bu ilacın olup olmadığını sorabilirdi. Elbette, bu ilk başta insanlık ve empati kurmayı gerektirirdi. Reçete elinde eczane eczane dolaşacak olan kız için üzüldüm. Umarım şifasını bulmuştur. Bu genç eczacı arkadaşa da her şeyden önce biraz empati diyorum. Ve yazmadan edemeyeceğim, benim daimi alış-veriş yaptığım eczacı Safiye Çağansel, sen yardımseverliğin, verdiğin açıklayıcı bilgilerin ve empati yeteneğinle hastalarına verdiğin pozitif enerjinden dolayı, dilerim ki bütün meslektaşların seni örnek alsın. Vesselam.